Ey Peygamberim, sen çocuklara ve bebeklere o kadar merhametli idin ki onlara asla bir eziyet vermek istemezdin. Ne yaparlarsa yapsınlar onları hoş görürdün.
Onların ağlamalarına ve üzülmelerine asla dayanamaz, onların susturulmasını, yorulmamasını isterdin. Sevgin ve şefkatin çocukların ağlamasına dahi müsaade etmezdi.
Hanımlarını sıkı sıkıya tembih eder, Hüseyin’den söz ederek, ‘bu çocuğu ağlatmayın’ der, ağlayan çocuğun susturulması konusunda da şöyle buyururdun:
“Kim ağlayan çocuğunu susturuncaya kadar gönüllerse, Cenabı Hak ona Cennet’te memnun olacağı kadar nimet verir.”
Namazda dahi olsa…
Allah Rasulü s.a.v.’ın namaz kılarken kendisiyle oynamak isteyen torunlarına ve çocuklara ses çıkarmadığını, secdedeyken sırtına binseler onlar inene kadar secdesini uzattığını biliyoruz.
Asrı Saadet’te mescitlere kadınlar çocuklarıyla birlikte gelirlerdi. Peygamber mescidine girmek için protokol gerekmezdi.
Peygamberimiz s.a.v. namaz kıldırırken bir çocuğun ağlama sesini duysa namazı kısa keser, annesinin ağlayan çocuğuyla ilgilenmesine imkan verirdi.
Bir gün sabah namazını kıldırıyordu. Namazda iki kısa sure okudu. Namaz bitince Ebu Said Hudri r.a. sordu:
_ Ya Rasulallah! Bugün daha önce yapmadığınız bir şekilde namazı kısa kıldırdınız.
Peygamberimiz s.a.v. açıkladı:
_ Geride, kadınlar safındaki çocuk sesini duymadın mı? Annesinin onunla ilgilenmesini temin edeyim dedim.
Şöyle buyururlardı: “ Çok kere ben namaza kıraati uzatmak niyetiyle dururum da geriden bir çocuğun ağladığını duyunca anasına meşakkat ve zahmet getirmeyeyim diye namazımı kısa keserim. ”
Hutbe veriyor olsa da…
Bildiğimiz gibi hutbe çok önemlidir. Asrı Saadet Müslümanları hutbe konusunda çok titizlenir, Efendimiz s.a.v. hutbe verirken sanki başlarına kuş konmuş da onu uçurmak istemezlermiş gibi dinlerlerdi.
Bir Cuma günü mescidin minberine çıkmış kendini pür dikkat dinleyen binlerce mü’mine seslenmektedir. Kapıda kırmızı gömlekleri içinde düşe kalka yürümeye çalışan iki bebe görünür. O bebeler Peygamber torunu Hasan ile Hüseyin’dir. Başlar o yana dönmüştür fakat hiç kimse Allah Rasulü’nün hutbesini yarıda kesmeye cesaret ederek çocukları almaya davranamamaktadır.
Allah Rasulü s.a.v. hutbeye ara verir, minberden iner, torunlarını kucaklar. Minbere geri dönerek hutbesine kaldığı yerden devam etmeden önce şöyle der:
_ Şu iki çocuğun düşe kalka yürüyüşlerine baktım ve hutbemi kesip onları yukarıya almaktan kendimi alıkoyamadım.
O, anlayışıydı
Efendimiz s.a.v. çocuklara şefkat ve merhametini onlara anlayışlı ve hoşgörülü davranarak gösterirdi.
Kucağına aldığı bebekler ve küçük yaştaki çocuklar bazen üstünü ıslatırlardı. O olağanüstü bir şey olmamış gibi tepkisiz kalır, işlerini bitirinceye kadar onları rahat bırakırdı. Torunu Hüseyin r.a. sütannesi Ümmü Fadl r.a.’nın yanındaydı. Efendimiz s.a.v. torununu görmeye gitti. Ümmü Fadl r.a. anlatıyor:
“Rasulullah geldiğinde Hüseyin’i emziriyordum. Rasulullah yanıma geldi, çocuğu istedi, verdim.
Çocuk hemen altını ıslattı. Almak istedim fakat Rasulullah vermedi. Bırak oğlumu tamamlasın dedi.
Sonra bir bardak su istedi ve çocuğun ıslattığı yere döktü.”
Efendimiz s.a.v. hiçbir mahlûkata eziyet vermedi. Çocuklar ise onun için daha bir özeldi. Daha konuşamaz, yürüyemezken Allah’ın bize emanet ettikleriydi.
Emanete riayet gerekirdi zira din riayetti.
En son ne zaman belki taa uzaklardan belki de taa içimizde bir yerlerden bir çocuğun ağlama sesini duyarak işimizi bırakıp ‘ne derdi vardır’ diye yanına koştuk, yanında olduk?
“Rasulullah böyle yapardı!”